14 Temmuz 2010 Çarşamba

menapoz midye..

Ahtapot Paul ün gizemini de öğrendikten sonra Dünya kupasıyla ilgili aklımda kalan tek şey.. o ahtapot.. fotoğrafınıda gördüm internette bilmiyorum artık o mu dublör mü kullanıyo naapıyo böle pembe beyaz yumuk yumuk içimden geçenide allah biliyo ya nasılda zeytinyağlı ızgarası olur bunun dedim.. ama ün şan şöhrette böylelerine gidiyo hep işte.. o kafadanbacaklı yerine tahminleri ben yapaydım isterse ispanyollarla almanlar birbirlerini yesin ben seyşellerde keyfime bakardım..

neyse nerde pis iğrenç bişi var sokakta onları yemek isteyen arsız çocuklar gibiyim bu ara.. işkembe çorbası yapalım dedim anneme "kurdeşen olursun bu sıcakta" dedi.. ciğer istedim sonra onu yaptı çok şükürde bu sefer kokoreç yiyesim var.. böle bi hafta ciğer, kokoreç, işkembe filan yesem hiç doymam..

midye sayıklıyodum aşeren lohusalar gibi ona da babam çözüm getirdi.. artık hangi arka sokağın, hangi mardinli pis midyecisinden getirdiyse, çok güzeldi.. bide böle bişi varmış bu midye işinde hep bu mardinliler oluyormuş sanki mardinde deniz mi var dicem, bunu okuyan bikaç kişi benim engin coğrafya bilgimi bilir ondan susuyorum.. bir ara biyotoksin laboratuvarında stajdayken ben böle cuvalla midye geliyodu.. allaam yalnız korkunç olan kısım canlı geliyodu bunlar.. hemde kırmızı fileden patates çuvalında köpükten kutunun içinde suda, köpükte şey bu çamaşır makinalarından filan çıkıyo ya hani sokakta böle onları deşeleyip kar yağıyomuş gibi oynardık.. eee izmirli bi çocuk karı böyle görüyo ancak..

işte kum midyesi, kum şırlanı, istiridye, kara midye filan geliyodu en ucuz pis olanı kara midye aha şu yukarda fotoğrafını gördüğünüz.. diğerleri ihracat zaten pahallıymış çok.. benim gözümde hepsi aynı çünkü hepsi kokuyo hemde korkunç.. bizde işte bunların sosyetik olanlarının istiriydelerin içinden çıkan parmak kadar etlerin içindeki bit kadar hepatopankreas dicem işte o kısımı kesip biriktirip analiz yapıyoduk.. (analizde onları cihazda damıtıp tübitaktaktan gelme cıvır beyaz sıçanlara zerk ediyoduk ölüyolar mı acaba diye bi ara onuda anlatırım çok fena kapa parantez) lakin öle bişi ki canına yandığım mahlukatları 100 tane filan açıp çıkarcan kesicen filan o 40 gr bağırsak, mide ıvır kıvır kombinasyonu biriksin.. işte o ara en kral mardinliden usta midye temizlemişliğim oluyodu

bide aile içinde ben ziyanlık midye tüketirim çok severim herkes bilir.. böle arkadaş ortamında da eğer içiyosak biyerlerde ortaya midye gelmişse hep karşımdakileri lafa tutarım hepsini yemeye çalışırım.. çok kalabalıksa muhabbeti hiç bozmam köşemde uslu uslu sinsice durur onlar dalmışken yine parsayı götürmeye çalışırım..yaparım bunu..

işte çok midye yiyorum diye bizim ailenin şamanı yengem " aaaa onlar adet görüyo günah yenmez" dedi...

şimdi uzun bi sessizlik... nası yani bildiğin kabuklu yumuşakça memeli bile değil kara midye pms dönemine mi giriyo .. nası yani oda mı sinir yapıyo o dönemde ? kendini kayalara mı vuruyo erkek midyeleri kabuklarıyla mı çimdiriyo napıyo ben oldum dumur o an..

karı sırf bunun için midye yemiyomuş ya olaya bak.. sanki hayatında çılgınlar gibi sevişen, çocuk emziren midye gördü de adet görüyomuş diyo.. velhasıl ben burdan bilimsel bi açıklama yapıyorum aynı zamanda mardinli midye mafyalarının yaptığı açıklamalara göre.. midye memeli değildir.. adet görmez.. inekler memelidir ama onlar görür adet inekte yemeyin o zaman.. ayrıca midyenin dişisi erkeği olduğu doğrdudur..

ve benimde lab dan edindiğim bilgiye göre hani açınca o pilavın üstündeki et kısmı var ya.. hah işte o beyaz-gri ise erkek.. turuncu-pembemsi ise dişi oluyor.. siz yinede gri-beyaz olanları yiyin pembemsi çıkanları arkadaş ortamında ben götürürüm..

* ay allahım yumurtalıkları olan midye olsaydı sperm üreten pipisi olan midyelerde olurdu çok fena
** ayrıca menapoz midye diye kavram olurdu
***hem adet görseler bile hep denizdeler abdestli sayılırlar..

son dip not:fotoyu çeken sevgili sevgilim 15 denemede sanat eseri yaratmaya çalışırken benim en kötü fotoyu seçip böyle bir yazı yazacağımı bilseydi naapardı bilmiyorum..

esen kalın..
**

12 Temmuz 2010 Pazartesi

Srebrenica...

srebrenica vardı..
srebrenitza derdi bizimkiler küçüktüm ben..
15 sene önce..

ağlardı babannem hep, siyah beyaz televizyonu vardı.. izler haberleri ağlardı..
küçük dayımız varmış bizim memlekette askerimiş, babannemin kardeşiymiş..
esir düşmüş, öldürülmüş, bulunamamış..
ağlardı babannem "gardaşımın mezarına gidemem" der ağlardı..

soykırım desen değilmiş yaşananlar.. aynı soydanmış insancıklar..
ama ayıpmış işte.. büyük bi ayıp.. yahudilerden sonra en büyük ayıpmış..
katliam desen olurmuş belki.. binlerce ölü, onbin neredeyse..
katliam demişler çünkü dinler farklıymış.. ama eskiden kardeşmiş hepsi..
sonra Hollanda gelmiş almış silahlarını ellerinden..
bir küçük kız sormuş anacığına " çocukları küçük kurşunlarla vururlar değil mi anne ?"
bu kadar acıymış işte herşey..
tüm ocaklar yanmış, "ersiz" kalmış evler.. öldürmüşler hep, babaları, ağabeyleri, dayıları..
"etnik temizlik" miş.. oysa temizmiş heryer yıllar yılı ne gerek varmış..
küçüktüm ben 15 sene önce..
şimdi bize orada doğduk diye vatandaşlık hakkı veren sırplar, o zaman tüm cesetleri parçalamış, çoğunu yakmış, kiminin sade bacağını, kafasını gömmüşler..
kimlerin öldürüldüğü bulunamasın diye..
bulunamadı zaten dayının mezarı hiç oysa babannem "topraktan geldik toprağa gideceğiz" derdi.. şimdi vatandaşlık veren sırbistan o zaman buna fırsat vermemiş..

küçük dayı dönmedi hiç eve ne kendisi, ne ölüsü..
fotoğrafı vardı.. zaman geldi ben büyüdüm.. küçük dayı benden küçük kaldı hep.. taş çatlasa 20..
kim koydu omuzlarına o yükü.. kim verdi eline silahı..kim geri aldı sonra..
o "kim" ler "soykırım bu" dedilersonra.. ama siz sorumlu değilsiniz dediler.. kim sorumlu söylemediler..
15 sene önce..
srebrenica vardı..
ağlardı babannem..



5 Temmuz 2010 Pazartesi

rüya

dün bi rüya gördüm anlatayım..dündü tam dün gece yani.. stresliyim ya çok ondan herhal..
şimdi beni askere almışlar tamam mı..bende böle bi seksilik giymişim kamuflajı botlar fln..şekil tamam yani..tüfek var elimde..medal of honor da gibiyim..yani olay akışı benim gözümden zıplıyorum böle ekranda zıplıyo bi anda..koşarken bi yandan pıt pıt çalıların arasından birilerini vuruyorum..çıkırt çıkırt sürekli tüfeğimle artislikteyim..ama hiç yorulmuyorum.. sürekli yanımda variller, tanklar sanki orayı ben o hale getirmişim.. esmişim yağmışım.. künyem bile var boynumda..
tüfeği bi sağ koluma bi sol koluma atıyorum..tüfekte g3 müş.. tarif ettim söylediler..oyuncak gibi ama benim için.. sonra bi sıra oluyo böyle..tren çıkıyo soldan hemen bi anda..önünde kuyruk var
yeni gelen erlerin treniymiş..önünde sıra olmuşlar..ben bunların fotoğrafını çekiyorum bi anda
ama tüfek boynumda hala.. yanımda biri var.. ona tarif ediyorum bak böle kadraj kurcaksın ışığı burdan alcaksın fln diye..sonra böle zıplaya zıplaya devam ediyorum koşmaya
pıt pıt adam vuruyorum tekrar ama etraf hep yeşillik..kan hiç yok..
sanki adamlardan özür dilicem birazdan..ya abi elimden kaçtı hadi barışalım diye yanağından makas alcam..

öyle sonra uyandım..

valla bilmiyorum..ama uyandığımda hadi gel askere deseler..hemen sevdiceğime şöle kenarı güllü mektup döşeyecek ucunu yakacak kıvamdaydım..
her şey vatan için..

14 Haziran 2010 Pazartesi

hoşgeldin...

nasılda bir gözü kapalı yaprakların arasından uzatmış başını... selam dünya ben yeniyim duruşu...

teşekkürler gün be gün yumak yumak sevgi saçan Berna....

3 Haziran 2010 Perşembe

bugün ne öğrendim ?

♥ Soyadını ALıcam, Hep Senin KaLıcam... ♥

böyle birşey(!) görüp feyzbukta feyz alıp gaza geldim..

KADINLAR APTALDIR yazı dizisi,

BÖLÜM 1

♥ Soyadını ALıcam, Hep Senin KaLıcam... ♥

bu tip hatunlar vardır ki ilk olarak bunlardan bahsetmek istiyorum. evrimin bu aşamasındaki türler nispeten kendi içlerinde sınırlanmışlardır, kendi gibi arabeski tavan yapmış şahıslarla evlenir, çoğalır, bünyelerindeki korkunç genleri çaprazlaştırtıp bir sonraki nesile en kalıcı biçimde aktarırlar...

bu tipler görece sevgi cümleciklerini cinsiyet ayrımına göre farklı yerlerde toplumun beğenisine sunarlar. daha vahşi olan bu türün erkekleri (ne şekilde icra edildiğini kati suretle anlamadığım) otoyol tünelleri, viyadüklerin iç duvarları, köprülerin bacakları gibi trafik cangılının göbeğindeki mekanlarda aşklarını 'aşk' ederler ki bence yazdıklarından çok göze aldıkları tehlike alkış tutulasıdır...

kadınlarda durum nispeten daha zararsızdır. lisede defter arkasına yazmakla başlayan serüvenleri sosyalleştikçe(!) sanal ağlara kadar sürer. feyzbuk, bılogır, tivitırt gibi mekanlar topluma daha az zararlı lakin daha etkileyicidir. akılda kalıcılığı yüksek bu gibi sevgiliye hicivlerin her kesimce anlaşılması beklenmez, beklenemez (beklemeyin yani üzülürsünüz)

bu tip hatunları bulunduğunuz ortamda 10m öteden duyulabilecek altın bilezik şıngırtısından hemen tanırsınız. korkmayın çok sıcak kanlıdırlar, sizi hemen benimser ve sahibiniz olup olmadığını anlamaya çalışırlar. zira bu hatunlarca sevgilisiz, nişanlısız, kocasız hayat bir HİÇ tir. ve kazara sizde yalnızken "iyi böyle" diyen tiplerdenseniz yandınız, hemen uzaklaşın. zira sizi küçümseyen gözlerle öyle bir bakarlar ki o melun bakışın kişiliğinizde açtığı yarayı "hmmm hımmmm" diye izlediğiniz 10 tane fransız filmine gitseniz tamir edemezsiniz.

ola ki biriyle birliktesiniz, size hemen kanı kaynayacaktır. fırsattan istifade sıvışmaya bakın !........
olmadı yapamadınız temkinli olun, ilk fırsatta zehrini size de akıtmaya çalışacaktır. gündüz ev oturmasına çağırabilir, akşam cicoşunuz, aşkınız kelebeğinizle topluca çay bahçesine gitmek isteyebilir. en sevdikleri ortam "ayyy biz çok iyi anlaştık mutlaka kocalarımızda anlaşır" ortamlarıdır. alkol kesinlikle almaz, canlı müzkten haz etmez ve gece 12 de balkabağına dönüşmekten korktuğundan keskin sınırlarını çizer ve sizi o çembere hapsetmek isteyecektir.... tekrar ediyorum kaçın..

şimdi izninizle "böceğime" yemek pişirmem, gömleklerini ütülemem lazım esen kalın..

teşekkürler..

Sanem ve kızına...

28 Mayıs 2010 Cuma

:)


bir minicik kız çocuğu bak duruyor orada hala....
anlatamam gördüklerimi o neşeli çocuğa...

25 Mayıs 2010 Salı

bir tatil yazısı...

tatile çıkmak fiiline aslında en uzak olduğumuz bir dönemde apar topar tatile yollandık ki bu zorunluluk hayatımızdaki en hoş zorunlulukların başında gelecek bundan sonra...


tatilde yanınıza alacağınız üç şey sıralamasında (hele ben gibi alerjikseniz) şapka, güneş gözlüğü ve güneş koruyucu triolesinin hoş tınılarını kendime günlerce tekrar etmeme rağmen ilk mola yerinde camdan giren güneşin kollarımızda kalıcı tahribata neden olması sebebiyle valizlerin en altındaki kalın mukavva gibi olan zımbırtının altına bakma çaresizliğine bile düşsekte sonuç çok acıydı güneş kremini unutmuştum...


otoyoldan en yakındaki şehir merkezine girip binbir söylenmeyle yeni bir güneş kremi alıp kırkpınar stili süründükten sonra keyifle yolumuza devam ettik




şekilde görüldüğü gibi sanki sahil kentinden değilde içerilerden biryerlerden geliyormuş gibi denizi gördüğüm ilk anda fotoğrafladım.

balayı çifti olarak gayet romantik karşılandığımız otelde, hiçte bulunduğumuz sıfata yakışmayacak kadar aç, bitkin ve pistik. bende isterdim tüm romantik komedilerde olduğu gibi geniş valonlu küçükhanım şapkamla ultra fönlü saçlarını uçuşturan bir julia roberts bir sandra bullock kibarlığında tüm makyajım yüzümde gözümde diorum ayaklarımda yüksek ökçeli pradalar ile kendimi yatağa sırt üstü atayım...


sıcaktan converse ler ayağıma nüfuz etmiş terden tüm saçlarım alnıma tel tel yapışmış velhasıl aynadaki görüntüm korkunçtu. avına odaklanmış timsahlar gibi bizi odamıza getirirken "ağabey sizde fotograf merakı var herhal makinalar felan" diye yörenin şivesiyle bizi karşılayan gence ilk sorumuz "restoran nerede?" ikincisiyse "yemek kaçta?" idi (yörenin şivesiyle bizi ilk karşılayan o değildi ne yazıkki otelin yerini sorduğumuz taksici tatil boyu fenomenimiz oldu "bootanik deeemi" )

sonrası bildik klasik deney faresi tatil köyünde serüveni... dış görünüş olarak bile bize benzemeyen yan yana getirildiğimizde aynı tür olduğumuza inanamadığım ingiliz ve rus farelerle beraber


- yemek yeme saati git ye !

- kahvaltıya geç kalma tatildeyken bile en geç 08:30 da uyan

- havuza akşam kimyasal atılıyor o saatte çık, çık ki deneyi oluşturan faktörlerden birkaçı azalmasın

- havuz saati başlangıcı ve bitiminde animasyon ekibiyle havuz kenarında sağa sola zıplayıp kıçını salla, yoksa deneyi yapanlar ne kadar eğlendiğini anlayamaz.

- bir gün öncesinin havuç salatasını yoğurtlayıp ertesi gün önüne getirdiklerinde farkettiğini sakın çaktırma, insanlar ayrık otlarını sevmez


- ve en önemlisi mutlaka restoranda etrafa bağırışan, yemek saçan zıplayıp koşturan çocuklar bırak, havuza en eski ve güneşten solmuş popo kısmı önceki tatillerden aşınmış mayonu giy, havuz kenarında 120 cm yazan yazının hemen önünde kendin gibi aynı türden kırocanlarla "boy mu la burası" muhabbeti yap, yap ki diğer türlerden farklı olduğumuz Türk olduğumuz ilk bakışta anlaşılsın...

neyse 2. ve 3. günde yağmurun peşimizi bırakmaması sebebiyle havuz kenarı çıkmazından kurtulup doğal alanlarda vakit geçirme derdine düştük...



yağmur sonrası toprak kokusu tüm karmaşayı bize unutturdu...

3. günden sonra köyün rehavetine kapılıp su yerine tükettiğimiz alkollü içeceklerinde katkısıyla tabiki, yerimizden kalkıp diğer şezlonga uzanmak bile yorucu gelmeye başlamıştı.

derken her güzel şeyin sonu olduğu gibi tatilde bitti.. rivayete göre işyerinde bile "snack bar nerde, sauna nerede ?" diye soranlar oluyormuş.. onlara tezelden şifa arkadaşlarınada sabır diliyoruz...

24 Mayıs 2010 Pazartesi

ev...

tatil dönüşü sendromunu atlatamadan kendimizi evin keşmekeşi içinde bulduk ki hiç iç açıcı değil...

ev kendi içinde büyüyebilen gelişen, kendi kendine dönüşen canlı bir organizma... hayır yetmedi bide dalga geçiyor. mutfak dolapları gazeteden çıkan bilindik hafıza oyununun çok level üstü... aç kapa aç kapa vok tava, limonluk??

gardropların hangi köşesinden ne çıkacak korkumdan açıp bakamıyorum... zaten yumurta kapıya dayanmadan asla iş başına geçmeyen ben, şuan içinde bulunduğum zaman bolluğunda yaptığım tek faaliyet bunları düşünüp hayıflanmak... elle tutulur hiçbir gelişme gösteremediğim gibi normalde yaptığım işleri savsaklamak içinde oldukçe elverişli biz zemin hazırlamakta...

yapmamam gereken tüm işleri öncelikli sıraya alıp asıl yapmam gerekenleri araya sıkıştırıp 2 bilinmeyenli denklemlerin üst üste integralini alıp durumu iyice içinden çıkılmaz hale getirdim ki şimdi gönül rahatlığıyla blogtan bloğa kelebekler gibi sekebilirim...

misal önce kart okuyucu aradım, (hah tüm derdim bitmişti evet) sonra makinenin bilgisayara bağlantı kablosunu, dahili kart okuyucu evin gıcık ruh halinden etkilenmiş ki ben kartla boğuştukça hiç oralı olmadı, kabloda beni aynı içtenlikle karşılayınca ben fotoğraflara ulaşamadım tabi, haa önce kart okuyucuyu sonra kabloyu aradıktan sonra bi o kadarda makineyi aradığımı söyleyip bu kepazeliğe son veriyorum...

23 Nisan 2010 Cuma

davetiye


şimdide zarfı nasıl olsun tasası bastı nasıl olursa olsun artık ...

2 Mart 2010 Salı

banyo enstantaneleri...

duştan çıkarken ilk adımı atmak sizin için küçük yakınlarınız için büyük bir şeylere delalet olabilir, zira bastığınız yerler buhardan buz pistine döndüyse artistik patinaj hareketleri çekmeniz an meselesi sonrası alçı, yatak vs..

kulak kurcalama çubuğunu kullanırken pamuğunun kıvrılıp çubuğa dolandırıldığı yönde kulağınızı deşeleyin aksi halde pamuk çıbıktan ayrılıverip kulağınızda zarın hemen önlerinde bir yerlerde yerleşik hayata geçme isteği duyuyor...

fotoselli musluklarla küresel ısınmayı engelliyoruz ya, sinir krizi geçirmek an meselesi oluyor... şu fotosellerin diş fırçalama modu olsada ağzımdan köpük saça saça fotoselin 2. sefer yapması için kafamı musluk önünde sallamasam (eller arkada birinde fırça diğeri sinirden yumruk olmuş )

yemin ediyorum el kurutulan zımbıtıyla saçına fön çekmeye çalışan gördüm..

misafirliğe gittiğim evde ev sahibinin kozmetik ürünlerinin durduğu dolabı kurcalamak için çılgın bir istek duyuyorum...

bir yerde hoşlandığınız kız sizin evinizde kakasını yapıyorsa o kızdan umudu kesin diye duymuştum... üzerine konuşmuyorum...

evet yine fotoselden bahsedeceğim... insanların evlerine özellikle banyolarına fotosel taktırmalarını hiç anlamıyorum... penguenler senin banyondaki elektrik sarfiyatıyla mı kurtulacak nedir yani ? koridor a taktır fotoseli hep açık unutulan ışıklandırma orasıdır... bir kere fonksiyonel değil.. banyo yaparken kabinin içinden mi seçiyo seni ne manyak şey insana izleniyor hissi vermez mi.. klozette otururken sönen ışıkla yaşanılan terk edilmişlik hissine mi yanayım bu durumdan kurtulmak için ellerini kafanın üstünde hareket memuru gibi sallama durumuna mı.. yok ben öyle bir banyoya girersem el yıkayıp çıkıyorum... moralim bozuluyor.

ilk defa misafirliğe gittiğim evde banyoda kitap, dergi, gazete görürsem ev sahibi hakkında olumlu düşüncelerim olur... hele ki hoşlandığım dergiler kitaplarsa ev sahibiyle hemen çıkışta çorbacıya gidesim gelir..