25 Mayıs 2010 Salı

bir tatil yazısı...

tatile çıkmak fiiline aslında en uzak olduğumuz bir dönemde apar topar tatile yollandık ki bu zorunluluk hayatımızdaki en hoş zorunlulukların başında gelecek bundan sonra...


tatilde yanınıza alacağınız üç şey sıralamasında (hele ben gibi alerjikseniz) şapka, güneş gözlüğü ve güneş koruyucu triolesinin hoş tınılarını kendime günlerce tekrar etmeme rağmen ilk mola yerinde camdan giren güneşin kollarımızda kalıcı tahribata neden olması sebebiyle valizlerin en altındaki kalın mukavva gibi olan zımbırtının altına bakma çaresizliğine bile düşsekte sonuç çok acıydı güneş kremini unutmuştum...


otoyoldan en yakındaki şehir merkezine girip binbir söylenmeyle yeni bir güneş kremi alıp kırkpınar stili süründükten sonra keyifle yolumuza devam ettik




şekilde görüldüğü gibi sanki sahil kentinden değilde içerilerden biryerlerden geliyormuş gibi denizi gördüğüm ilk anda fotoğrafladım.

balayı çifti olarak gayet romantik karşılandığımız otelde, hiçte bulunduğumuz sıfata yakışmayacak kadar aç, bitkin ve pistik. bende isterdim tüm romantik komedilerde olduğu gibi geniş valonlu küçükhanım şapkamla ultra fönlü saçlarını uçuşturan bir julia roberts bir sandra bullock kibarlığında tüm makyajım yüzümde gözümde diorum ayaklarımda yüksek ökçeli pradalar ile kendimi yatağa sırt üstü atayım...


sıcaktan converse ler ayağıma nüfuz etmiş terden tüm saçlarım alnıma tel tel yapışmış velhasıl aynadaki görüntüm korkunçtu. avına odaklanmış timsahlar gibi bizi odamıza getirirken "ağabey sizde fotograf merakı var herhal makinalar felan" diye yörenin şivesiyle bizi karşılayan gence ilk sorumuz "restoran nerede?" ikincisiyse "yemek kaçta?" idi (yörenin şivesiyle bizi ilk karşılayan o değildi ne yazıkki otelin yerini sorduğumuz taksici tatil boyu fenomenimiz oldu "bootanik deeemi" )

sonrası bildik klasik deney faresi tatil köyünde serüveni... dış görünüş olarak bile bize benzemeyen yan yana getirildiğimizde aynı tür olduğumuza inanamadığım ingiliz ve rus farelerle beraber


- yemek yeme saati git ye !

- kahvaltıya geç kalma tatildeyken bile en geç 08:30 da uyan

- havuza akşam kimyasal atılıyor o saatte çık, çık ki deneyi oluşturan faktörlerden birkaçı azalmasın

- havuz saati başlangıcı ve bitiminde animasyon ekibiyle havuz kenarında sağa sola zıplayıp kıçını salla, yoksa deneyi yapanlar ne kadar eğlendiğini anlayamaz.

- bir gün öncesinin havuç salatasını yoğurtlayıp ertesi gün önüne getirdiklerinde farkettiğini sakın çaktırma, insanlar ayrık otlarını sevmez


- ve en önemlisi mutlaka restoranda etrafa bağırışan, yemek saçan zıplayıp koşturan çocuklar bırak, havuza en eski ve güneşten solmuş popo kısmı önceki tatillerden aşınmış mayonu giy, havuz kenarında 120 cm yazan yazının hemen önünde kendin gibi aynı türden kırocanlarla "boy mu la burası" muhabbeti yap, yap ki diğer türlerden farklı olduğumuz Türk olduğumuz ilk bakışta anlaşılsın...

neyse 2. ve 3. günde yağmurun peşimizi bırakmaması sebebiyle havuz kenarı çıkmazından kurtulup doğal alanlarda vakit geçirme derdine düştük...



yağmur sonrası toprak kokusu tüm karmaşayı bize unutturdu...

3. günden sonra köyün rehavetine kapılıp su yerine tükettiğimiz alkollü içeceklerinde katkısıyla tabiki, yerimizden kalkıp diğer şezlonga uzanmak bile yorucu gelmeye başlamıştı.

derken her güzel şeyin sonu olduğu gibi tatilde bitti.. rivayete göre işyerinde bile "snack bar nerde, sauna nerede ?" diye soranlar oluyormuş.. onlara tezelden şifa arkadaşlarınada sabır diliyoruz...

2 yorum:

  1. Aslı'cığım, uzun zamandır yoklamamışım seni. Dolayısıyla da kutlamamışım. Evlilik yolunuz uzun ve kesintisiz olur umarım/dilerim :)

    YanıtlaSil
  2. bu gmailde yada benim blog sistemimde bi problem var sanırım annoyam senin yazdığın yorum bana yeni geldi hemde düzeltilecek listesinde.. yoksa bu iyi dileklerini karşılıksız bırakmam...

    çok teşekkür ederim :)

    YanıtlaSil